KULUN OLMAM AMA KÜLÜN OLURUM...

KULUN OLMAM AMA KÜLÜN OLURUM...

 
Yaşamı belirleyen, tesadüflerin zamansallığıdır. Zaman ise ölüm sayesinde yaşar. Bir yeri terk ettiğimizde, aslında zamanı da terk etmişizdir. Orada bizden bir şeyler kalır ve eksiğizdir. İşte zaman, o eksiği tamamlamaya ve geride bıraktıklarımıza geri dönmeyi emreden kafası karışık  bir şair gibi hırpalarız düşüncelerimizi.
 
Bizler; yani 7’den, 80’e şu içinden geçtiğimiz zamansallığın evhamlı karanlığında yaşayanlar: Hepimiz eksiğiz ve birbirimizi tamamlamak için biri birimize ihtiyacımız var.
Baharı karşılamak, Nevroz’u kutlamak, şiir okumak, gidenlere“güle güle yoldan ol, yoldaştan olma” demek, gülümsemek, barışa göz kırpmak, güneşe el sallamak için gerekli bu.
 
Yaşamı belirleyen özün, tesadüflerin zamansallığı olduğunda ısrarlıyım. Bu iç acıtan, tedirgin eden, cehalet sarmalında dönenip durduğumuz, yeni tiranların; fakirlik ve küflü ekmek geçmişlerinden intikam alan o doymak bilmez egoları, şirretlikleri ve sakil şımarıklıkları ile bir arada yaşamak bizlerin tercihi değil, tesadüfün zamansallığı.
 
Oysa; Kırkayak’tan geçerken güvercinlere yem atmak, paramız yoksa bile Gaziler Caddesi’nde vitrinlere dalmak, ‘iyi kebap nasıl yapılır’ı anlatmak, Kale’den gazi şehri seyretmek, Demokrasi Meydanı’nda fotoğraf çektirmek, davul-zurna dinlemek, Bakırcılar Çarşısı’nda çekiç sesi, Tahmis’te; kırık leblebi, melengiç kahvesi, Bey Mahallesi’nde Ermeni güzeli Ağavni’nin taş duvara işlenmiş aşk hikâyesi; her birimizin, öbüründe tamamlayacağı o güzel eksiklikler güzel dostlarım…
 
EVET ile HAYIR arasına sıkıştırılmış, basitleştirilmiş ve değersizleştirilmiş yaşamlarımızın insanlığa bakan yanlarını törpüleyen Caligula anlayışı berhava ediyor hepimizi. Kardeşliğimizin ayağına takılan demir gülle yetmiyor, sözleriyle kırbaçlıyorlar vicdanımızın insana dair o kutlu yerini. Karanlık çağların ilkel tanrıları gibi kendi evhamlarına hapsetmek istiyorlar aklımızın güneşini. Taçları için, yaşı kaç olursa olsun fark etmez sunaklar, kurbanlar, adaklar arıyorlar ikballerine. Biattan arsızca bir sadakat, sadakatten kirli ve gizli bir düşmanlık örüyorlar aydınlığımızın pencerelerine…
 
Doğru ile kendi doğurdukları ve doğru olduğuna inandıkları yanlışları putlaştırıyorlar tapmamız için korku tapınaklarında. Yıldızlara bakmamız yasaklanıyor. Annemize yabancılaştırıyorlar bizi, emdiğimiz süte, değerlerimize, öğrendiklerimize, kelimelerimize hedeflerimize, en acısı kendimize arkadaşlar, kendimize anlıyor musunuz?!
 
Suyun berraklığı, ekmeğin kokusu, elmanın rengi, menekşenin cazibesi, türkülerin sesi, gökyüzünün bizi sarmalayan sevgisi, cenazede ağlamak, düğünde oynamak, yan yana halaya durmak, bakışlarla anlaşmak, dertlenip ağlamak, Yunus, Mevlana, Köroğlu, Dadaloğlu, Fuzuli, Baki, Nedim, Pir Sultan, Nesimi, Şeyh Bedreddin, Torlak Kemal, Nazım Hikmet, Orhan Veli, anlat anlat bitmeyen bu coğrafyanın büyüleyen masalı, çocuklarımız, delilerimiz, velilerimiz, erenlerimiz, enbiyalarımız , mozaiklerimiz, ebrularımız, selamlaşmalarımız, kucaklaşmalarımız, ortak paydalarımız…
 
Ne çok şeyimiz var aslında…
 
Yaşadığımız zamanın, içinden geçtiğimiz sürecin bizi teslim almasını umarsızca seyredemeyiz.
Çünkü biz, bin yıllık bir medeniyetin çocukları,
Bizler, birbirimizin yürek komşusuyuz.
Muhtaç olduğumuz tek şey birbirimizin külüdür.
Gerekirse, yeniden külümüzden doğmasını da biliriz…
21.03.2021 (Murat GÜREŞ)

DİĞER YAZILAR

ATATÜRK’E HAKARET EDENLER VE SORUŞTURMA AÇILAN ÖĞRETMEN

ZEKİ ABİ VE BENİM SİNEMAM NİYE YOK?

MAYIS HÜZÜNLERİ

AÇLIK, GURUR ve PATATES TORBASI

SİYASİ SİMGE BAKIMINDAN 128 VE GAZİANTEP’TE MUHALEFET

BİR KENTTEN, SAHTE CENNET YARATMAK

"AKREP GİBİSİN KARDEŞİM"

PROKRÜST YATAĞI, AVUKATLAR ve GERÇEKLİK

DÜŞ AĞRISI, DİŞ AĞRISI GİBİDİR…