Çocukluğuna İhanet Eden Biz Büyükler

Çocukluğuna İhanet Eden Biz Büyükler

 

Güzel bir Pazar günü yazısı yazmak istedim bugün... Özledim çünkü... Çocukluğumun Devekuşu Kabare kokulu kasetlerini özledim. Gençliğimin Huysuz İhtiyarı Oğuz Aral Abimi özledim. İbrahim Erkal şarkılarını ve yeni albümlerini koşa koşa gidip satın almayı özledim. Özal'lı Demirel'li yılları özledim. Her zam geldiğinde yeni fiyatından 6 sıfır atıp, o kadar Özal kafasıyla çıkan GırGır Dergisi'ni özledim. Cnbc-e kanalını özledim. Erbatur Ergenekon'lu orijinal Kırmızı Çizgi programını ve eşsiz Mehmet Demirkol yorumlarıyla dolu NTVSPOR'u özledim... ve nedense bu özlediklerimin çoğu ya hayatta değil ya da yayından kaldırılmış programların kenarda bir yerde kaderine terkedilmiş aktörleri...

Çocukken hep büyüklerim tarafından sevilen ama çocuk olmadığım için eleştirilen bir adam oldum. Pek beceremedim ben çocukluğu... Çok erken başladım kitap okumaya... Öyle sokaklarda oyun oynayan, üstünü başını kirleten bir adam olmadım. Annem mutfakta yemek yaparken onu izlemeyi ve bu sırada da ona sorular sorup, hayat tecrübelerini dinlemeyi çok severdim. İlk yemeğimi 8 yaşındayken yaptım meselâ: Makarna... Gerçi teori ile pratiğin farkını erken farketmeme neden olacak bir durumda kaldım: Soğuk sudan geçirip suyunu da süzmediğim için pek bir şeye benzememişti ama ileriki yıllarda güzel yemek yapmama da ilham olmuştu.

Mahalledeki akranlarım kuş vurmaya ya da balık tutmaya-yüzmeye gittiklerinde beni çağırmazlardı. Çünkü topluma uyan bir yapım da yoktu benim: Vuramasın diye arkadaşların sapanlarını saklardım, ellerini tutardım tam vuracakken. Yakalanan balıkları gizlice su dolu kovadan alır, denize-dereye geri bırakırdım. Çok da dayak yedim; inkâr edemem. Oysa bugün baktığımda anlıyorum ki, ne cesurmuşum... Bugün bir kuş vurulacakken görsem de başımı çeviriyorum. Bırakın tutulan balıkları denize geri bırakmayı; Eminönü'nden balık alırken eğer balık suda oynamıyorsa, balıkçıyla kavga veriyorum: "Taze değil kardeşim bu balık" diye... Üniversite yıllarında Taksim'de ev tutmuştum da çoğu kez Eminönü'nde canlı aldığım balıklar, evde ayıklarken avuçlarımda can vermişti. Bir gram rahatsız olmadım. Oysa ben çocukluğumda buna şahit olmak bir yana hayalinde bile çenem titreye titreye ağlardım.

Küçükken üzüldüğüm birçok şey beni üzmüyor artık... Küçük Emrah filmlerinde ağlamıyorum meselâ: Hatta küçümsüyor; hiç izlemiyorum. Öyle Ceylan filmiymiş, Bülent Ersoy, Orhan Gencebay falan... Konular beni ne şaşırtıyor ne de üzüyor... Geçende Youtube'da çocukluğumun dizilerini buldum Uzaylı Zekiye, Perihan Abla falan... İki bölüm bile dayanamadım... Oysa bu diziler benim çocukluğumda pek kıymetliydi. Yalan Rüzgârı vardı meselâ bizim ülkemizin üstünden silindir gibi geçmişti: Yeni nesil bilmez. Onun ancak müziğine dayanabildim 2 dakika o kadar...

Gazete bile okumuyorum: Eskiden Hürriyet Gazetesi olmadan 1 günüm geçmezdi. Çocukluğumda herkes bakkala gidip çukulata alırken, ben Milliyet Gazetesi, Hürriyet Gazetesi alır okurdum. Abonelik sistemi vardı Türkiye Gazetesi'nin param olmadığından Dedeme-babama yalvarırdım. Menkıbeler vardı orada çünkü bayılırdım hikâyeleştirilmiş dîni yazılara... Bugün ise bana belki silah zoruyla bile okutamaz kimse öyle yazıları... Neden? Büyüdüm ya çünkü... Halt ettim...

En büyük emelim büyüdüğümde özgür bir şekilde yaşamak, deli gibi okumaktı. Okuyabileceğim kitapları satın alacak kadar da para kazanmaktı: O kadar... Ne menem bir istekse 16 yaşında yakaladım bu hayali... Ama sonra? Hayaller gerçekleşince ne yapardı ki insan? İşte sorunlar da belki o zaman başladı...

Bugün kendime baktığımda çocukluğuma ihanet eden çok huyumu görüyor ve âdeta kendi kendimi yeniden keşfediyorum. İnanın kimsenin bana kızmasına falan da gerek yok: Ben kendi kendimin ağzına çok ama çok şiddetli bir şekilde zaten ediyorum.

Çocukluğumda muhafazakâr bir sülaleye sahip olduğumdan, kendim gibi düşünmeyenlere aşırı önyargılı bakıyordum. Özellikle kitaplar benim bu vahşiliğimi iyiden iyiye törpüledi. Zaten bir insan Vassilis Vasilikos'un Ölümsüz (Z) adlı eserini okuduktan, Edward Norton'un American History X'ini okuduktan sonra nasıl "ötekini" dışlayabilir ki? Ziverbey Köşkü'nün anılarını bilen, 1960 Anayasası'nın Köy Enstitülerinin tarihini kavrayan hangi Cumhuriyet çocuğu aşırı muhafazakârlığın sonuçlarını tahmin edemez?

Bazen etrafımda gözlemlerim sonrası neden bu kadar yalnız olduğumu da işte bu nedenlerle kavrıyorum: Ben çocukluğumun eksiklerinin bilincinde ama o dönem yaşadıklarımı da asla inkâr etmeyerek, utanmayarak büyüyorum.

Bugün ise hem çocukluğuna ihanet ettiğini kabul etmeyen hem de geçmişiyle bugünü sentezlemekten uzakta bir geleceğe yürüyen öbek öbek insanların; hem bugünkü halleri hem de içlerindeki çocuğun utandığı işleri pişkince yapmaya devam ettiklerini görüyorum.

Galiba bizim bu şiddetten uzaklaşmamızın; kadın cinayetlerine, eşcinsel intiharlarına son vermemizin tek yolu: Geçmişimize gidip sorgulamaktan geçiyor.

Artık bu hukuksuzluklar ve namussuzluklar bizi utandırmalı...

21.06.2020 (Ferdi GÜNGÖR )

DİĞER YAZILAR

Ferhat Göçer ile MSG'de ne değişecek?

Yavuz ile Tayfun: Yorum Farkı

Kaftancıoğlu görevden alınırsa...

Teknolojiyle Evlenenler

Levent ve İsmail: Ülkenin Yüzakı

Gerikafalılık ve Çağdaş Trol

Luppo yiyen işverenmiş

Budur Müslümanlık!

Luppo Çağrısı